16 Nisan 2013 Salı

Karıncalar ve kelebekler/1


                                                                    ‘’kalbim kal diyor,doktor;şizofren...’’

 ...
Önce ve sık sık evimin duvarına sürdüğüm boyaları yalnızlığın yüzüne yapılmış makyaj olarak düşündüm.
Hep rüya gördüğümü sanıp gerçekle yan yanayken nasıl oldu da bunu ayrımsadım,anlamaya çalışıyorum.
Gri bir yanı var bu evin...gün ışığı girmiyor diye değil..sanki bu evde, bir başkasıyla ve hep ille de kendimle kaldığımda mavi oyuncak gemiler artık yanaşabilir belki kıyıya diye, içimdeki bu gülümseme isteği.
Sarsıldım...ya da bazen üşüyerek uyanır gibi İstanbul un yağmursuz güneşsiz o tuhaf sabahlarına, kendini yenen yorgun bir şehir gibi açıyorum gözlerimi ,ama isteksiz ama acıyarak.

Sen hiç karıncaları anlamaya çalıştın mı Aslı?
Gurur ve intihar yüklü bir kitap sanmıştım ilk önceleri...bir çocuk merakıyla girmiştim oysa.
O kadar çoktular ki...her birini anlamaya çalışmak mümkün değil derken,bir karınca olmayı seçmek en iyisi dedim kendime ...öyle de oldu.
Uzun caddeler,uzun piknik alanları,çok uzun ibadet mekanları...bir yazı anımsatacak bütün deliller ortada bırakılıp aynı gezegenin farklı hayatlarında zamanı dolduruyor olmak gibi bir şey,karınca olmayı düşlemek.

Her düşündüğün şeyle biraz daha varolan ,
Her varoluşla başka eksilmeler,ezilmeler,üzünç anları,hediyelik düş fuarları...
İsmi kendinden muaf ,bir kasaba güzeli gibiydi sanki yüzü...fikir tarlalarına böcek istilası olmadan daha -böcekler kadar çok değildi gerçi fikirler de-..yirminci yüzyılın günahıydı bütün düşündüklerini var ederken,aslında yok eden bir yaşam tarzı.
Hemen herkes  hızlı bir yok oluşu seçiyordu...yavaş yavaş hızlanarak!

Geç saatlerde eve girdiğimde  dikkatimi çeken ilk şey ‘eve dönme’ huzuru ve her zaman yerlerde,duvarlarda gördüğüm karıncaların izine rastlayamamış olmam...yoklar...oysaki bir an yada çok değil az önce karıncaların varlığı yalnızlığım kadar gerçek –belki de sahici- geliyordu bana. Sanki tanrılarını yitirmiş bir kavmin yalnızlığı gibiydi bütün her şey.
İçeri odaları,antreyi ve banyoya kadar hemen her yeri taradım,yoklar.
Ortak bir kararın peşindeki mahalle arkadaşları gibi ortadan kayboldular,tuhaf bir sessizliğin önsözleri iniyor odama...susuyorum...
Bir süre öylece kalakaldım...gözlerimi arada bir odamın belli belirsiz yerlerine ani reflekslerle çeviriyorum,anladım bu gece yoklar...
..........

çocukların oyun esnasındaki gürültülü çığlıkları şimdi bana eşsiz bir müzik,çok güzel yüzlü,çok güzel sesli bir kadının sözlerini anlayamadığım –sanırım aşktan söz ediyor- bir operayı sahneye koyduğu an gibi geliyor.

Keşke hiç bilmeseydik beklediğimizin ne olduğunu...aşktan ve tanrıdan vazgeçtiğimizde belli belirsiz kuşkular sarmasaydı  her yanımızı. Karıncaların çok önceleri şimdi tarih diye anımsanan bütün gelgitlerinde hep o dul kadınların ağıtlarına rastlanıyorsa,bu biraz da acıdan rahmet dilenen eski mahalle hatıraları değil midir?
Kaç kadınla seviştim bu evde?
Kaçını unuttum?
şefkat ve şehvet arasındaki benzerlik kadar benziyordu o aksamlar da birbirine...



kulağım ağrıyor...
insanın en acıyan yeri neresiyse canı orada olur,
ben canımı, hep ağrıyan kalbimde sanırken birden kulak sancılarının delirten uğultusunda gece nöbetlerine başladım.
Dışarıda arada bir yoldan geçen araç sesleri,başıboş sokaklara sahip sokak köpeklerinin havlamalari ve renkli perdelerden odama yansıyan sokak lambalarının ışıkları...canım yanarken ve dakikaları tek tek sayarken nasıl bu denli güçlü görünebildiğimi merak ediyorum.
Belki güç denen şey görünür halde iken hissedilmiyor,
His anında görüntü kayboluyor...ters orantı ilişkisi...

Karıncaların gücünü önemsedin mi sen Aslı?
Bütün yapabildiğim bu der gibi,
Sustuğunda kalbim kanıyor der gibi,
Başka şeylerde söz edelim der gibi...dediğin gibi...yani ahlaksız bir kaçışa sığınıp  sonra durgun ve meraklı bir ‘neyin var’ ah o acımasız ‘bir şey yok’..sahi bir şey yok mu?hiçbir şey mi yok?
Hani hep yalnız kaldığım akşamlardan sonra dünyaya ve tüm dostlara,en çok da sana ;kızıp küsüyorum ya...çocukluk bu bile bile...
Karıncaların çocukluğu bizdekine benziyor mu?karıncalarında yaşanmamış,eksik çocukluk hatıraları,hesaplaşmaları oluyor mu?

Bütün yaşadığım evlerde birbirine benzeyen hatıralar,birbirinin aynası yaşanmışlıklar bırakıyorum,bu yol nereye gider nerede biter endişesi taşımadan oluyor tüm bunlar.
Sonra geride bırakmanın,geride kalana bakmanın o tanımsız sızısı,o acısı gırtlağa yapışan pas gibi tadıyla uzun yalnızlıklara akıyorum hep yeniden...

Suskun akşam üzerleri...veda gibi bir his var içimde. Bir kasaba istasyonundan kalkan kara bir trene binip dönüşü meraksız,gidişi telaşsız bir yolculuk var aklımda. Sanki neden dediğimde ben,nedensiz diye bir cevap alacağım. İşte bu korkutuyor beni...evimi,sürgün anları ve en çok da karıncaları sayıklayacağım yol boyunca...ellerim hep üşüyecek,ayaklarım yorulacak...çünkü yolculuklar kederli zamanlardır...biliyorum.

Anımsanan eski mahalle akşamları gibi tuhaf bir hisle uyandım. Tavana bakıyorum uzun uzun. Şu an bir ceset olsam...soğuk,teni beyaz,gri yüzlü..
Ölü bedenlerin ıssızlığında kalakalsam öyleyce...karıncaların dualarını duyup,hiçbir şey yapmadan ibadetlerinin bitmesini beklesem. İnsanlardan önce beni karıncalar bulsa,öldüğüme ilk onlar inansa.
Doğruluyorum yataktan,banyoya giderken o kısa arada yerdeki birkaç karınca dikkatimi çekiyor,gülümsüyorum...az evvel düşümden ve aklımdan geçenler gülümsetiyor beni...Sıcaklığım...hissettiğim şey bu...

Dünyanın ortasında bir gürültü gibi dolanıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilgin ve yorumun icin tesekkurler..dostlukla.