‘’kalbim kal
diyor,doktor;şizofren...’’
Önce ve sık sık evimin duvarına sürdüğüm boyaları
yalnızlığın yüzüne yapılmış makyaj olarak düşündüm.
Hep
rüya gördüğümü sanıp gerçekle yan yanayken nasıl oldu da bunu
ayrımsadım,anlamaya çalışıyorum.
Gri
bir yanı var bu evin...gün ışığı girmiyor diye değil..sanki bu evde, bir
başkasıyla ve hep ille de kendimle kaldığımda mavi oyuncak gemiler artık
yanaşabilir belki kıyıya diye, içimdeki bu gülümseme isteği.
Sarsıldım...ya da bazen üşüyerek uyanır gibi İstanbul un
yağmursuz güneşsiz o tuhaf sabahlarına, kendini yenen yorgun bir şehir gibi
açıyorum gözlerimi ,ama isteksiz ama acıyarak.
Sen
hiç karıncaları anlamaya çalıştın mı Aslı?
Gurur
ve intihar yüklü bir kitap sanmıştım ilk önceleri...bir çocuk merakıyla
girmiştim oysa.
O kadar çoktular ki...her birini anlamaya çalışmak mümkün
değil derken,bir karınca olmayı seçmek en iyisi dedim kendime ...öyle de oldu.
Uzun caddeler,uzun piknik alanları,çok uzun ibadet
mekanları...bir yazı anımsatacak bütün deliller ortada bırakılıp aynı gezegenin
farklı hayatlarında zamanı dolduruyor olmak gibi bir şey,karınca olmayı
düşlemek.
Her düşündüğün şeyle biraz daha varolan ,
Her varoluşla başka eksilmeler,ezilmeler,üzünç
anları,hediyelik düş fuarları...
İsmi kendinden muaf ,bir kasaba güzeli gibiydi sanki
yüzü...fikir tarlalarına böcek istilası olmadan daha -böcekler kadar çok
değildi gerçi fikirler de-..yirminci yüzyılın günahıydı bütün düşündüklerini
var ederken,aslında yok eden bir yaşam tarzı.
Hemen herkes hızlı
bir yok oluşu seçiyordu...yavaş yavaş hızlanarak!
Geç saatlerde eve girdiğimde dikkatimi çeken ilk şey ‘eve dönme’ huzuru ve
her zaman yerlerde,duvarlarda gördüğüm karıncaların izine rastlayamamış
olmam...yoklar...oysaki bir an yada çok değil az önce karıncaların varlığı
yalnızlığım kadar gerçek –belki de sahici- geliyordu bana. Sanki tanrılarını
yitirmiş bir kavmin yalnızlığı gibiydi bütün her şey.
İçeri odaları,antreyi ve banyoya kadar hemen her yeri
taradım,yoklar.
Ortak bir kararın peşindeki mahalle arkadaşları gibi
ortadan kayboldular,tuhaf bir sessizliğin önsözleri iniyor odama...susuyorum...
Bir süre öylece kalakaldım...gözlerimi arada bir odamın
belli belirsiz yerlerine ani reflekslerle çeviriyorum,anladım bu gece yoklar...
..........
çocukların oyun esnasındaki gürültülü çığlıkları şimdi
bana eşsiz bir müzik,çok güzel yüzlü,çok güzel sesli bir kadının sözlerini
anlayamadığım –sanırım aşktan söz ediyor- bir operayı sahneye koyduğu an gibi
geliyor.
Keşke hiç bilmeseydik beklediğimizin ne olduğunu...aşktan
ve tanrıdan vazgeçtiğimizde belli belirsiz kuşkular sarmasaydı her yanımızı. Karıncaların çok önceleri şimdi
tarih diye anımsanan bütün gelgitlerinde hep o dul kadınların ağıtlarına
rastlanıyorsa,bu biraz da acıdan rahmet dilenen eski mahalle hatıraları değil
midir?
Kaç kadınla seviştim bu evde?
Kaçını unuttum?
şefkat ve şehvet arasındaki benzerlik kadar benziyordu o
aksamlar da birbirine...
kulağım
ağrıyor...
insanın
en acıyan yeri neresiyse canı orada olur,
ben
canımı, hep ağrıyan kalbimde sanırken birden kulak sancılarının delirten
uğultusunda gece nöbetlerine başladım.
Dışarıda
arada bir yoldan geçen araç sesleri,başıboş sokaklara sahip sokak köpeklerinin
havlamalari ve renkli perdelerden odama yansıyan sokak lambalarının
ışıkları...canım yanarken ve dakikaları tek tek sayarken nasıl bu denli güçlü
görünebildiğimi merak ediyorum.
Belki
güç denen şey görünür halde iken hissedilmiyor,
His
anında görüntü kayboluyor...ters orantı ilişkisi...
Karıncaların
gücünü önemsedin mi sen Aslı?
Bütün
yapabildiğim bu der gibi,
Sustuğunda
kalbim kanıyor der gibi,
Başka
şeylerde söz edelim der gibi...dediğin gibi...yani ahlaksız bir kaçışa
sığınıp sonra durgun ve meraklı bir
‘neyin var’ ah o acımasız ‘bir şey yok’..sahi bir şey yok mu?hiçbir şey mi yok?
Hani
hep yalnız kaldığım akşamlardan sonra dünyaya ve tüm dostlara,en çok da sana
;kızıp küsüyorum ya...çocukluk bu bile bile...
Karıncaların
çocukluğu bizdekine benziyor mu?karıncalarında yaşanmamış,eksik çocukluk
hatıraları,hesaplaşmaları oluyor mu?
Bütün
yaşadığım evlerde birbirine benzeyen hatıralar,birbirinin aynası yaşanmışlıklar
bırakıyorum,bu yol nereye gider nerede biter endişesi taşımadan oluyor tüm
bunlar.
Sonra
geride bırakmanın,geride kalana bakmanın o tanımsız sızısı,o acısı gırtlağa
yapışan pas gibi tadıyla uzun yalnızlıklara akıyorum hep yeniden...
Suskun
akşam üzerleri...veda gibi bir his var içimde. Bir kasaba istasyonundan kalkan
kara bir trene binip dönüşü meraksız,gidişi telaşsız bir yolculuk var aklımda.
Sanki neden dediğimde ben,nedensiz diye bir cevap alacağım. İşte bu korkutuyor
beni...evimi,sürgün anları ve en çok da karıncaları sayıklayacağım yol
boyunca...ellerim hep üşüyecek,ayaklarım yorulacak...çünkü yolculuklar kederli
zamanlardır...biliyorum.
Anımsanan
eski mahalle akşamları gibi tuhaf bir hisle uyandım. Tavana bakıyorum uzun
uzun. Şu an bir ceset olsam...soğuk,teni beyaz,gri yüzlü..
Ölü
bedenlerin ıssızlığında kalakalsam öyleyce...karıncaların dualarını duyup,hiçbir
şey yapmadan ibadetlerinin bitmesini beklesem. İnsanlardan önce beni karıncalar
bulsa,öldüğüme ilk onlar inansa.
Doğruluyorum
yataktan,banyoya giderken o kısa arada yerdeki birkaç karınca dikkatimi
çekiyor,gülümsüyorum...az evvel düşümden ve aklımdan geçenler gülümsetiyor
beni...Sıcaklığım...hissettiğim şey bu...
Dünyanın
ortasında bir gürültü gibi dolanıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilgin ve yorumun icin tesekkurler..dostlukla.