6 Ekim 2013 Pazar

karıncalar ve kelebekler / 2

Ölümü hafife alır gibisin Aslı?
Korkacak bir şey yok,kaçacak bir şey yok der gibisin...korktuğumu ve kaçtığımı bile bile.
Önceleri bana yemek tarifleri vermek yerine yemek yapardın,
Yemek yapar ve giderdin...gittiğinde yemek kokuları kalırdı evde...karıncaların ve
kelebeklerin şaşkınlığında doyardım. Sende kaçmış sayılırsın işte,kaçak dövüştüğümüzü bir kez olsun anımsamayarak...

Kelebekler...tedirgin ve ürkek uçuşlarına rağmen nasılda bana yakınlar,bu evde...evimin oksijeninden,benden alıp gittiklerini düşünmeden,düşlemeden vadesi dolan hayatlar gibi acıklı ve çok gerçekler.
Hangi kelebek ömrüne bir aşk sığdırmaz,derin denizler kadar olmasa da maviydi elbette kelebekler, kısa ömürlerine yeni yeni renkler katarak.
.......
Sonra yine o sıkıcı ama evde olmanın insana verdiği tanımsız huzurla akşama uzanıyorum...
Sonra yine -aksam olmadan daha- evde olmak güzel şey dedirten eski filmlere gözatıyorum...
Sonra yine pencereler açık,arada bir rüzgar usulca odama dolup yanağıma dokunuyor.
Yaz güzel şey; yorulmasam,susamasam,terlemesem,ölmesem...anne bu yaz sıcağında ölüm sırası değil? Anne elbiselerim kadar kirlendim bende ! anne toprak sıcaktır şimdi,ölüm deme !
Evimdeki kelebeklerin bir günlük ömürlerine sığan tek şey sadece ben oluyorum...
Bir ömre sığan ve o ömrün gövdesinden taşan tek şey yine ben...
Kör bir testere kadar acılı şarkılar var kulağımda,
İçimde suyunu kaybetmiş bir nehir,asla ulaşamayacağı bir denizi düşleyerek akıyor son noktanın sınırına,orada birikmiş düşler,eski hikayeler,renksiz insanların tuhaf yaşamları saklı. Saklandıkları yerden gün ışığına çıkmış olmanın tedirginliğiyle yavaş yavaş akıyorlar,hayata karışmak niyetiyle...

Hep kelebeklerin kanatlarında olduğunu sandım bütün sırların. Çırpılan kanatlara tutunarak yaşayan bir sır ve kutsal bir emaneti taşır gibi erdemli bir kelebeğe kalbimi verdim ben.
O sırrın açığa çıkma korkusuyla yaşadım hep,ağzımın kıyısından taşırdım bazen...Ama hep korktum,hep sustum...kimi zaman yalan yanlış şeyler diledim tanrı dan,öyle zamanlar oldu ki bir kelebekten çalınan bir sırrın ağırlığını istedim,o ağırlığın yalnızlığını ve kahredici yolculuğunu düşledim...hep korktum...hep üzgündüm.

Künyeme kazırken adının ilk harfini mor bir renge bürünüyor gökyüzü,havanın bu karartısı köpekleri ürkütüyor... Sokakta köpek hırıldamaları...sokakta telaşlı kuşlar.Mazaretsizim,vadem dolmadı daha.Şimdi duyduğum bu acı ne kadar sahici?ne kadarı benim?düşünüyorum...
Elbette kanlı iç savaşların bedeli yalnızlıktır,bir süre yalnız kalırsın ve öyle hissedersin ki yalnızlık uzak yolculuklara varan cikis kapisi.
Ah bilemedik ölüm başka başlangıçların bahanesiymiş...
Nasıl da üzgün ve çaresiz bırakıp gittik o güzelim düşlerimizi,oysa hep dedik,sonuna kadar biz bizeyiz...yalan !

O kapı aralığından duydum sesini,hasta yatağında usulca döküldü dudaklarından; kendine iyi bak...sevgilim,peki öyle olsun...

Beni gördüğünde neden gülümsüyorsun Aslı?
Aşkın yazılı arşivlerden sökülüp atılmasına içlenmeden,damarlarıma ekili sözcüklerin çürümüşlüğü seni   üzmüyor mu?kafamdaki sesler,aklımı alıp gitmeden ayrılma yanımdan...kal.

Belki yarın başka bir günüdür ömrümün...belkisiz büyüt ama sen yine de beni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilgin ve yorumun icin tesekkurler..dostlukla.